Dededen Toruna Avcılık
Son iki yıldır üveyik avlarımdan bazılarına oğlum Tuna Onat ile beraber gitmeye başladık. Av resimleri arşivime baktığımda, bu iki yılda Tuna ile çektiğimiz çok resim olduğunu fark ettim. Bu sene küçük oğlum Tan Ozan’da av resimlerimize ilk defa eklenmeye başladı. Aklıma beş-altı yaşlarından beri ava gitmeme rağmen, o yaşlarda babamla çekilmiş hiç av resmimin olmadığı geldi. Çekilmiş av resimlerim olmamasına karşın, o yaşlardan başlayarak beynimde öyle av fotoğrafı kareleri var ki, bekli de gerçek fotoğraf karelerinde olmaması bu resimlerin beynime yerleşmesine neden oldu. Bu yazımda sizlerle ilk av maceralarımdan başlayarak beynimde canlanan fotoğraf karelerinden bahsetmek istiyorum.
Hatırladığım ilk fotoğraf karesi öğretmen olan anne ve babamın görev yerleri olan ve bizim on yedi yaşına kadar yaşadığımız Denizli’nin Çal ilçesine bağlı İsabey kasabasına aittir. Babam, kardeşim, köpeğimiz Coni ve bir motosiklet var. Benzin deposunun her iki yanında mobilette yazan yeşil renkli motosiklet daha sonraları bizim de kahrımızı çekecekti. Arabamız olmadığı için av aracımız bu motosikletti. Motosikletin ön orta kısmına köpeğimizi alıyordu babam. Bu duruma alışık olan Coni de biner binmez iki ön ayağını öndeki demirlerin arasına uzatıyordu. Biz de kardeşimle beraber arkaya biniyorduk. Tüfek ve av çantası ile beraber babamda bindiğinde ava çıkılıyordu.
Beraber gittiğimiz avlaklar kasabaya çok uzak değildi. Hatırladığım ikinci kare avlağa geldiğimizde bir pınar başına babamın bizi oturttuğu ve yakın yerlerde avlandığıydı. Babamın yaklaşık bir saatte iki, üç keklikle geri dönmesi; bugün için ise bir alay keklik görmek için kilometrelerce yol kat etmemiz, o zamanlar kekliğin ne kadar bol olduğunu anlamamız açısından yeterlidir sanırım.
Aynı yıllara ait hatırladığım başka bir kare evde fişek hazırlanması idi. Salona geniş bir örtü serilirdi. Örtünün üzerinde kırmızı renkli, 10–15 cm uzunluğunda plastikten yapılmış bir saçma kutusu, keçe tapalar, barut torbası, kapsüller, yeşil ve turuncu renklerde sert kartondan yapıldığı imajını veren boş fişekler, üzerinde çeşitli rakamların yazdığı yuvarlak kâğıtlar ve fişeğin uç kısmını kapatmaya yarayan bir alet. Fişeğin yapımını ilgiyle izlerdik, bize düşen görev işlemin son aşamasıydı o yıllarda. Babamın gösterdiği yuvarlak kâğıtları uygun şekilde fişeğin en üstüne koyar ve fişeği fişek sıkmaya yarayan aletin içine sıkıştırır, saat yönünde sıkışıncaya kadar döndürürdük. Babamın kontrolünden sonrada hazırlanan fişeği fişekliğe yerleştirirdik.
Hazırladığımız fişeklerin nemli ve ıslak ortamdan uzak tutulması gerekirdi. Bir keresinde Çal’ın Şalvan Köyü’ne ava gitmiştik.(Annemin köyü) Önümüzden o kadar çok keklik kalkmasına rağmen bir tanesini bile vuramadık. Babam her tetiği çektiğinde bizim beklediğimiz tüfek sesi yerine “tık” sesi geldi. Fişekler su geçirdiği için ıslanmıştı. Keklikler o gün çok sevinmiştir sanırım.
İsabey kasabasında iki katlı bahçeli bir evin ikinci katında biz, birinci katında ev sahibi oturuyordu. Köpeğimiz Coni’yi siyah beyaz puntalı bir puanter olarak hatırlıyorum. Bahçede kulübesi vardı. Ev sahibinin bahçe konusunda titizliği Coni’nin bizden ayrılma nedeni oldu. Coni bir gün babamla birlikte motosiklete bindi ve gitti. Babam eve yalnız döndü. Ondan sonrada hiç köpeğimiz olmadı.
Dedemi hayal meyal hatırlıyorum fakat avcılığımızın temeli ondan geliyor. Bunun en güzel belgesi babamın bana verdiği dedemin 1965 yılına ait “Bekilli avcılar kulübü” ne ait üyelik kartı. Babama ait 1994 yılına ait “av tezkeresi” ve benim şu an kullandığım avlanma belgesi her halde avcılığın nesilden nesile aktarıldığının en iyi belgesi olacaktır.
Bu sezon başında iki oğlum, babam ve benim gittiğimiz üveyik avı da bunu destekleyen en iyi fotoğraf karesi olacaktır.
Yaz mevsiminin sonunu memleketimiz Bekilli’de babaannemin üzüm bağında sergide geçirirdik. Ortaokul son ya da lise başlarında idi. Amcam İlhan Nalbant’ta oradaydı. Bizim için kara baruttan hazırladığı fişekler ile ilk defa tüfek atmamızı sağladı. O yaz benim de ilk olarak bir av hayvanı vurduğum yıl oldu. Üzümler serilmiş kuruması bekleniyordu. Sabah kalktığımızda tepelerden gelen keklik sesleri ile uyanıyorduk. Bir sabah dayanamadık amcaoğlum Halit Nalbant’ta gelmişti. Kardeşim Özgür, Halit ve ben amcamın izni ile kekliklere doğru hareket ettik. Fakat biz gittikçe keklik sesleri kayboldu gitti. Ben bir yamaçtan ilerlerken kardeşim ve Halit karşı yamaca geçti. İlerlerken yaklaşık otuz, kırk metre ileriden küçük bir çam ağacından güvercine benzer bir kuş havalandı. Fakat açık söylemek gerekirse çokta emin değildim. Ama hiç düşünmeden nişan alıp tetiğe bastım. Kuş hala uçuyordu fakat kuş karşı yamaca bizimkilerin önüne düştü. Çok heyecanlandım. Kuşu bulup gördüğümüzde bunun bir yaban güvercini olduğunu anladık. İlk defa vurduğum bu av hayvanı ve o gün hala net bir fotoğraf karesi olarak gözümde canlanmakta.
İsabey kasabasında kaldığımız ikinci kira evinde altmış yaşlarında hacı dede diye seslendiğimiz bir ev sahibimiz vardı. Çiftçilikle uğraşırdı. İlk üveyik avımızı da onun sayesinde yapmıştım. Üveyik mevsimi geldiğinde kardeşimle beraber akşamüstleri “Hacı dede”yi beklerdik. Fiat marka turuncu renkli traktörün üzerinde Baklan ovasına hep heyecan içerisinde giderdik. Avlağa geldiğimizde yanımızda getirdiğimiz testere, tahra yardımı ile güme yapardık. Güme üveyik’in konması en muhtemel ağaç yâda ağaçların yakınına yapılırdı. Üçümüz gümenin içine rahatça sığardık. Hacı dede’nin ilk yaptığı her zaman yanından eksik etmediği sigarasını yakmak olurdu. Bu duman sivrisinekleri kaçırır diye de eklerdi. Bu da bizim dumandan rahatsız olmak yerine onu bir sinek ilacı olarak görmemizi bile sağlardı. Markasını hatırlamadığım, kundağı yıpranmış, 71 namlu olduğunu tahmin ettiğim bir çiftesi vardı. 71 namlu olarak tahmin etmemin nedeni, babamın Kırıkkale marka kısa namlu tüfeğine oranla uzun bir tüfek olmasıdır. Avda bize düşen görev gümenin yakınındaki ağaç ya da ağaçları gözetlemek idi. Biz kuşun konduğu yeri tarif ederdik. Hacı dede de kuşa ateş ederdi. Bir gün yine üveyik avına gittiğimizde yanında getirdiği yoğurttan arpacığa sürdü. Anladık ki Hacı dede önünü bile zor görüyordu.
Yaptığım ilk ve son çil keklik avı yine ortaokul dönemlerime ait. O gün hala gözümün önünde canlılığını korumaktadır. Avlanma yaptığımız Baklan ovası çok verimli bir ovaydı. Ovada üzüm bağları, pancar, ekin tarlaları, domates, biber tarlaları gibi çok çeşitlilik vardı. O gün sabahtan bayağı gezmiş yorulmuştuk. Vakit öğleden sonrayı bulmuştu. Gökyüzünde kara bulutlar yavaş yavaş artmaya başlamıştı. Babam yaklaşık elli metre uzaktaki domates, biber bahçesini göstererek “orada biraz dinlenelim” dedi. Yürümeye başladık. Yirmi, otuz metre kala bir alay kekliğin muhteşem bir sesle kalkması beni çok şaşırtmıştı. Hazırlıksız yakalandığını sandığım babama baktığımda nişan aldığını ve tetiğe dokunduğunu gördüm. İlk atışında kuş vuramayan babamın tüfeği başka bir kekliğe çevirip atış yaptığını gördüm. Patlayan ikinci tüfek sesi ile beraber bir kekliğin yere düşüşünü keyifle izledim. O gün babam kekliğin çil keklik olduğunu anlattığında çil kekliği doğada bir daha görmeyeceğim aklıma bile gelmezdi. Aynı gün av dönüşü öyle bir yağmura yakalandık ki, yağmurdan ağırlaşan giysilerimle dönüş yolunda bindiğimiz traktörden ne kadar zor indiğimi hala hatırlıyorum.
Tüm avcı arkadaşlarıma av anılarının gerçek fotoğraf karelerinde de ölümsüzleşmesi için ava mutlaka fotoğraf makinalarını da alarak gitmelerini öneriyorum.
Saygılarımla.
Son Güncelleme (Perşembe, 21 Ekim 2010 17:25)