CERRAHİNİN GELİŞİMİ

Hastalık insanlık tarihi kadar eskidir bu nedenle hastalık için yapılan cerrahi tedavinin de insanın başlangıcından beri var olduğunu kabul etmek yanlış olmaz.
Yunan ve Roma devrinde cerrahi özel bir uzmanlık dalı idi. Ancak egzersiz, diyet ve ilaçlar işe yaramadığı zaman cerraha başvuruluyordu. Yunan medikal tarihi ve bilgisi Hipokrata dayandırılır. Tüm kitapları kendisi yazmamış bile olsa, onun adıyla yazılmış kırıklar, çıkıklar ve diğer cerrahi girişimler için kitaplar vardır. “Cerrahi üzerine” adlı kitapta yazar bir cerrahın özellikleri ve ne bilmesi gerektiği ile tedavi basamakları hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Hipokrat kitaplarında hastalıkların kaynağının insan vücudunu oluşturan 4 temel sıvının (kan, balgam, sarı safra ve siyah safra) birbirine olan oranının bozulması olduğu düşünülmüştü.
İskenderiye okulunun kurulmasına kadar tıp konusunda başka ilerleme olmadı. Bu okulun en tanınan kişisi olan Praksagoras oldukça cesaretli bir doktordu. Barsak tıkanıklığında karnın açılmasını, tıkanan kısmın çıkartılmasını ve uçların dikişlerle birbirine dikilmesini öneriyordu
13. yüzyılda rönesans öncesi kurulan birçok üniversitede tıp eğitimi veriliyordu, ancak cerrahi aşağılanan bir daldı. Cerrahlar bu nedenle okuma-yazma bilmeyen daha düşük sınıf bir gruptu. Eğitimleri ise usta-çırak ilişkisi içindeydi. Cerrahide tıp ilerlemesinin tersine bir gerileme olması ise 2 nedene bağlanır: cerrahinin tıptan ayrılması ve anatominin ihmali. Ancak barutun icadı ve 14. yüzyıl başlarında bunun savaşlarda kullanılması cerrahiye ilginin artması ve gelişmesine neden oldu. Bu dönemdeki önemli isimlerden biri Ambroise Pare’dir. İlk kez yüksek dilde, Latince’de bir cerrahi kitabı yazmıştır. Onbirinci yüzyılın sonunda cerrahlar kendi loncalarını kurmaya başladılar. Ancak bunlarla birlikte daha da az eğitim görmüş cerrahlar yani berberler ortaya çıktı. İngiltere’de berberler ve cerrahlar loncası 14. Yüzyılda birleşti ve 1540’da yapılan bir anlaşma ile cerrahlar berberlik yapmama ve berberlerde yaptıkları cerrahinin diş hekimliği konusunda sınırlı kalma konusunda anlaştılar.
Ortaçağ güney İtalyasında Romalılar döneminden kalan alışkanlık ve eğitim tamamen kaybolmadı. Eski öğretinin korunması için okullarda eğitim verildi. Dokuzuncu yüzyıldan itibaren buradaki tıp okullarında cerrahi eğitim verildi ve çoğunlukla hayvanlar üzerinde olmak üzere diseksiyonlar yapıldı. Onbirinci yüzyılda Salerno okulu zirvesine ulaştı. Tıp eğitimin 3 sene ön çalışma ve 5 sene ek olarak toplam 8 sene olması ayarlandı.
Roma imparatorluğu’nu yıkan barbarların aksine Araplar ele geçirdikleri toprakların kültürünü ve bilgi birikimini öğrenmeye çalışmışlardır. Bu nedenle eski Yunan bilim kitaplarının hemen hepsi Arapça’ya çevrilmiş ve böylece yıkımdan kurtulmuştur. Ayrıca sadece bilim korunmakla kalmamış ve yeni bilgiler de üretilmiştir. Bu dönemde ilk göze çarpan isim çok iyi bir gözlemci olan Razi’dir. Bir diğer önemli isim isim ise Horasan’da doğmuş olan İbn-I Sina’dır. Yazdığı kitap “Kanun” diğer tüm kitaplardan daha uzun süre gündemde kalmış bir başyapıttır. Bu devirde anatomi ve fizyolojiye birşey eklenmemiştir, ancak birkaç yeni ilaç bulunmuş ve yeni hastalıklar tanımlanmıştır. Yaptıkları hastaneler ise 20. Yüzyıl hastaneleri ile kıyaslanabilecek düzendeydi. Oftalmoloji’de oldukça ilerlemişlerdi. Katarakt ve trahom için gelişmiş cerrahi teknikler uyguladılar. El-Zahrevi ise yazdığı kitapta koterizasyon ve kemik kırıklarının redüksiyonu üzerine ayrıntılı bilgi vermiştir. Ayrıca uretra taşı ekstraksiyonu, abse drenajı için özel aletler icat etmiştir.
Rönesans Devrinde üniversiteler yaygınlık kazanmaya başlamış ve cerrahi hakettiği öneme kavuşmaya başlamıştır. Onbeşinci yüzyıldan itibaren aydınlanma başlamış eski Yunan eserleri tekrar incelenmiş ve Ortaçağ Avrupasında bilimin neredeyse tek kaynağı olan Arap kitapları gözden düşmeye başlamıştır. Onaltıncı ve onyedinci yüzyılda ise eski Yunan eserlerinin yanlışlıkları düzeltilmeye başlanmıştır. Bu dönemde insan anatomisinin tam yapısı belirlenmiş ve fizyolojiyi araştıracak deneyler başlamıştır. Bu dönemin en önemli isimleri Paracelsus, Vesalius and Harvey’dir.
Modern Tıp Döneminde hastalıklı anatomi incelenmeye başlanmış ve hastalıkların nedeni ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu konudaki ilk girişimi Morgagni yapmıştır (1761-De Sedibus).. Corvisart’ın perküsyonu tariflemesi ve Laennec’in 1819’da oskültasyon ile ilgili bir kitap yazması hastalık tanısında büyük ilerlemeler sağlamıştır. 1840’ların başında cerrahi alanda başka bir devrim olmuştur. İlk kez Davy nitröz oksitin etkilerini gözlemlemiş ancak anestezinin yararları net olarak 1846’da Morton tarafından eter anestezisi altında yapılan bir ameliyatla gösterilmiştir. Anestezi cerrahı alanda hızla kabul görmüştür. Artık hastalar ağrı çekmeyecek ve cerrahlar her an hata yapılabilecek bir hızla çalışmak zorunda kalmayacaktı. Ancak her türlü yaralanmadan sonra olan iltahaplanmanın önüne geçmek mümkün olamamıştı. Teknik olarak başarılı bir ameliyattan sonra hastalar kaybediliyordu. Bu nedenle cerrahiden korkuluyor, ameliyatlar ancak acil durumlar için yapılıyordu. Bu alandaki önemli gelişme Pasteur’ün fermantasyona neden olan olayı tanımlamasıdır (1857). Aslında 16. yüzyılda varlıkları ileri sürülen daha sonra Leewanheuek tarafından gösterilen “mikrop” biliniyordu. Ancak bunların fermantasyona olduğu gibi hastalığa yol açabileceğini ilk kez Pasteur gösterdi. Lister yara enfeksiyonlarının önlenmesinde Pasteur’ün mikrop teorisini gözönüne alarak bazı uygulamalar başlattı. Böylece geçen yüzyılın sonunda sağlanan gelişmelerle cerrahi gelişmenin önündeki iki büyük engel, ağrı ve infeksiyon yıkılmıştır.

Son Güncelleme (Salı, 21 Temmuz 2009 14:44)

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile